Bundan tam 19 yıl önce usta yönetmen Michel Gondry’nin bize sorduğu “Hafıza anıları korumak için güvenilir bir araç mıdır?” sorusunu, bugün bize Aftersun filmi yeniden soruyor.
İskoç yönetmen Charlotte Wells’ın ilk uzun metrajlı film olan Aftersun, 2022 yılı itibariyle dijital film platformlarında yerini aldı ve oldukça ses getirdi. Bizleri çocukluğumuza dair bozuk bir kamera filminde geziyormuşuz hissine büründüren filmin başrollerini Paul Mescal (Normal People, The Lost Daughter) ve oyunculuktaki ilk deneyimini gözlerimizin önünde yaşayan Frankie Corio paylaşıyor. Film, 90’ların sonunda kısa bir tatil için Muğla’ya gelen bir baba ve kızın yani Calum ve Sophie’nin hikayesini ele alıyor.
Hikayeye 11 yaşındaki Sophie’nin, elindeki video kamerayla babasını kaydettiği görüntüler eşliğinde başlıyoruz. Bu kısımda film bizlere tüm hikaye boyunca tekrarlayacağı bir soru sorar: “11 yaşındayken, şimdi ne yapıyor olacağını düşünmüştün?”
Calum yirmili yaşlarda, büyük ihtimalle pek hazır olmadığı bir şekilde, baba olan ve sonrasında da hayatını düzene koymayı başaramamış bir adamdır. 30 yaşına gelmiştir ve izlerken bariz bir şekilde Calum’dan yayılan melankoliye şahit oluruz. Sophie’nin okulu başlamadan önce onu, oldukça uygun fiyata getirdiği 2 haftalık bir yaz tatiline çıkarır.
Sekansta bir huzursuzluk vardır, ancak özellikle Calum ve Sophie genel olarak tatillerinin tadını çıkardıkları için bunun kaynağını belirlemek, hatta adlandırmak zordur. Ara sıra yaşanan sürtüşmeler normal ebeveyn-çocuk türündendir, hiçbir şey çok toksik ya da çok travmatik değildir. Ancak bazı yerlerde derinlikleri sezmeye başlıyoruz. Sophie algıları oldukça açık bir çocuktur ve sözcüklere dökemese bile (çoğu zaman söyleyebilse de) bir şeyleri hisseder. Babasının düşündüğünden daha fazlasını algılar. Ama çocuklar dayanıklıdır. Bir ebeveynin varoluşsal kaygısını algılayıp yine de atari salonunda yeni bir arkadaş edinerek harika vakit geçirmesi mümkündür. Hatta iki şey aynı anda olur. Bilinç birden çok kanalda çalışır ve “Aftersun” bunun oldukça farkında olan bir film.
Sophie’nin ebeveynleri ayrıdır ve çoğunlukla annesiyle birlikte yaşamaktadır. Calum, Sophie’nin kendi odasına sahip olacağı yeni bir yer almaktan ve belki de “Keith” adında biriyle yeni bir iş kurmaktan bahseder ve tüm bunlardan bahsetme biçimine bakılırsa, bunların hiçbirine neredeyse hiç inanmamaktadır. Onun için yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Küçük yaşta baba olan Calum’un hayatının pek de umduğu gibi gitmediğine dair “ipuçları” vardır. Meditasyon ve Tai Chi üzerine kitaplar taşır ve kaygıyı savuşturmanın bir yolu olarak ömür boyu sürecek bir uygulama olmadığını öne sürer. Endişeleri onu ağırlaştırır. Sophie’yse bunu sezer. Sophie, tüplü maskesini kaybettiğinde fazlasıyla gerilir ve ona bunun pahalı olduğunu bildiğini ve üzgün olduğunu söyler. Calum onun sözleri karşısında şaşırır. Çünkü endişelerinin iyi gizlendiğini düşünür. Calum, filmi izlerken bir babaya göre bir hayli başıboş görünse de kızını ne denli sevdiği gözden kaçmayacak derecede bariz bir gerçektir.
Film çocukluğun renkli, cıvıltılı ve bir o kadar da meraklı zamanlarının sıcaklığını bizlere hissettirerek başlasa da dakikalar ilerledikçe yetişkinliğin hüznünü Calum aracılığıyla yavaşça işlemektedir. En başta her şey dinamik bir tonda bize aktarılsa da Calum’un gizli hüznü pek de uzun süre gizli kalmayacaktır. Her şeyin kayda alındığı, her anından bunun “son sefer”leri olduğunu anlayabildiğimiz bu tatil muhtelemen ikilinin gerçekten de son seferleridir. Çocukluğun fütursuzluğu ile yetişkinliğin melankolisi bu filmde ahenk içinde işlenmiş. Bazı sahneler sizi çocukluğunuzun renkli bahçelerinde gezintiye çıkma isteğine sürüklerken; bazı sahnelerse size zamanın akışına, yaş almaya ve monotonlaşmaya “dur” deme isteğine sürüklüyor.
Sophie ve Calum’un tatil cenneti, zamanın sürekli hatırlatılmasıyla noktalanır – başucundaki saat karanlıkta 3.09’da parlar, Sophie’nin Salı günü okula dönmesi gerekir. Filmdeki sohbetler, yansıtıcı yüzeylerde canlanıyor veya eski bir ev videosunun bulanıklığıyla dalgalanıyor, geçmişle bugünü melankoli içinde eritiyor ve bize bunların o anın değil, yalnızca bir anın yankıları olduğunu hatırlatıyor.
Bir gece, Calum ve Sophie arasında bir anlaşmazlık çıkar. Sophie, babasıyla karaoke yapmak ister ama Calum sahneye çıkacak kadar kendinden emin hissetmez. Daha sonra Calum, Sophie’ye ilgisini beslemek için müzik dersleri almasını önerir, ancak Sophie, parasının olmadığı şeyler hakkında her zaman nasıl sözler verdiğini belirterek babasına duyduğu hayal kırıklığını dile getirir. Sophie bunu çocukça bir hayal kırıklığıyla söylemiş olsa da bu Calum için çok üzücü bir durumdur. Calum, içeriden yıkılmış olsa da gülümsemeyi başarır ve odalarına gitmeye karar verir. Sophie’yse bir süre daha otel çevresinde vakit geçirmeyi tercih eder. Onun bu keskin yorumu Calum’u rahatsız eder ve Calum kendisi ile yaşamayı zor bulur. Hayal kırıklığını ve melankolisini bastırmak için denize girer. 30’lu yaşlarında belki de hiç çocuk sahibi olmayı planlamamış genç bir babaydı. Sorumluluk sahibi olmaya zorlandı, ancak buna ayak uydurmak için mücadele etti. Ne tatmin edici bir kişisel hayatı ne de başarılı bir profesyonel hayatı vardı. Bir işten diğerine sürükleniyor, işe yarayıp yaramayacağını bilmeden yeni şeyler deniyordu. Hatta “Aftersun”un bir yerinde 30 yaşına geleceğini asla düşünmediğinden ve 40 yaşında olmayı asla hayal edemediğinden bahseder. O gece kumsaldan otel odasına dönmesinin tek nedeni Sophie’ydi. Tamamen pes etmemek, geri dönmek ve sorumluluğuna devam etmek için onun sebebiydi.
Callum, kızını dans etmeye ve aşk hakkında konuşmaya teşvik eden eğlenceyi seven bir baba olabilir, ama bazen, karaokede onunla REM‘in Losing My Religion şarkısını söylemeyi reddetmesi gibi, kapandığı anları oluyor. Bastırılmış duygulara yön veren film, derinlerde gömülü kederi usul usul su yüzüne çıkartıyor. Sophie’ye “Bulunduğun yerden ayrıldığında, hiçbir zaman oraya ait olmadığın hissine kapılıyorsun” derken kendi aidiyetsizlik hislerini aktarıyor. Fakat kızından “Ben İskoçya’ya ait hissediyorum, evim orada.” cevabı aldıktan sonra yüzündeki gülümsemeye şahit oluyoruz. Kızının kendisi gibi kayıp bir ruh olmadığını anlayan bir babanın gülümsemesi.
“Yetememezlik” bu filmde Calum karakterinin melankolisine dair bize verilen en somut olsa gerek. Aynı zamanda takdir edersiniz ki bir baba için “yetememezlik” oldukça ağır ve içten içe yaralayıcı bir his. Filmde ara ara yetişkin Sophie’yi ziyaret ettiğimizde, babasıyla geçirdiği bu tatilin hayaletlerinin ona dadanmasıyla geçmişi yeniden gözünde canlandırmayı denediğini görüyoruz. Zihninden silinmiş yapboz parçalarını bir araya getirmeye çalışırcasına bu tatile dair görüntüleri izler. Bir yetişkin ve bir anne olarak, Sophie artık ebeveyn olmanın ne demek olduğunu bilir. O dönemde babasının neler yaşamış olabileceğini anlar ve yanında olup ona yardım edebilmeyi diler.
Karanlık odası, babasını alt eden karanlığı temsil etmektedir. Filmin sonunda, Calum’un Sophie’yi havaalanında bıraktıktan sonra o odaya girmesini izliyoruz, bu da sonunda karanlığın onu nasıl tükettiğinin bir göstergesidir. Sophie karanlıkta bile babasının bir ritme göre mutlu bir şekilde dans ettiğini umar ve bunu hayal eder. Yolculuk sırasında çektikleri videolar ve Calum’un Türkiye’den aldığı halıyla babasının anılarına tutunur. Büyüdükten sonra, çoğumuz ebeveynlerimizin biz küçükken hayatlarını nasıl yoluna koymaya çalıştıklarını anlarız. Ebeveyn olmanın, bir sonraki adımın ne olduğunu bilmenin, hayal kırıklığı yaşamamanın baskısı öyle bir baskıdır ki, birey olarak hayatlarını tamamen kaybederler. İnsan ancak büyüdükten sonra hikayenin diğer tarafını anlıyor. Sophie, babasının ne kadar kırılmış olduğunu ancak onun yaşına geldiğini anlar.
Aftersun’da anılar, zaman ve mekan arasındaki uçurumu açabilecek tek şeydir, ama aynı zamanda mesafeyi aşılması çok daha zor kılabilir ve yalnızlığı çok daha keskin hissettirebilirler. David Cronenberg’in kısa filmi Camera’daki bir karakter, “Anı kaydettiğinizde, anın ölümünü kaydetmiş olursunuz” der. Bu, Wells’in filmi için anlamlı bir şekilde doğrudur. Calum omzunun üzerinden Sophie’ye her baktığında (bir ebeveynin çocuğuna göz kulak olmasının refleksif endişesi), bu, yetişkin Sophie’nin geçmişe uzanıp onu aynı netlikte görememekten duyduğu acıyla paralellik gösteriyor.
Ayrıca çoğu kişi (ben de dahil olmak üzere) Calum’un bu tatilden sonra intihar ettiğini düşünmekte. Aidiyetlik hissinden uzaklaşmış olan Calum bir yandan da bariz ve oldukça ileri seviyede bir depresyonla tek başına mücadele etmektedir. Calum karakteri çok rahatlıkla gerçek yaşantınızda denk gelebileceğiniz, içimizden biri. Maddi sorunlar, varoluşsal krizler, yıkılmış hayaller ve köklerinin olmaması yetmezmiş gibi bir de kızına karşı duyduğu mahcupluk ve yetememezlik hissinin en sonunda Calum’u intihara sürüklemiş olması oldukça mümkün bir ihtimal. Özellikle de Calum’un gece yarısı denize girdiği sahne ve korkuluklarda ayağa kalktığı sahne sanki intihar psikolojisine selam verir bir ölçüdeydi.
Calum intihar etmiş olsa da olmasa da bu tatil, birbirilerine çok düşkün olan Calum ve Sophie’nin anladığımız kadarıyla son tatilleridir. Sophie, babasının bir müzik parçası eşliğinde dans ederken nasıl da kocaman gülümsediğini hatırlar. Baba ile kızı arasındaki mesafe, yetişkin Sophie’nin babasını bir an için gördüğü çılgın bir partide açıklanır. Sophie Calum’a doğru yürür, ancak onu bütünüyle göremez. Söyleyecek çok şeyi, kızması için belirsiz nedenleri ve babasına biraz daha tutunmak için duyduğu dayanılmaz bir isteği vardır. Ama ondan uzaklaşır. Karanlık odada duran Sophie, babasının düşüşünü izlerken onu tutamaz. 11 yaşında, bunun babasıyla yapacağı son dans olacağını bilmiyordu. Ayrılmadan önceki son sarılmanın sıcaklığını hâlâ hissedebiliyor gibiydi. Geleceğin neler getireceğini bilseydi, onu büyük ihtimalle biraz daha elinde tutardı.
Aftersun, kurmaca bir hikayeden ziyade yaşadığınız bir “anı” gibi hissettiren türden bir film. Film, Wells’in kendi hayatından izler taşıyor ve adeta bizleri bir fotoğraf albümünde gezintiye çıkarıyor. Aftersun, küçük bir film gibi görünse de hikayesinde çok büyük ve çok gerçek şeyler taşıyan bir yapım. Geçmişi hatırlamaya çalışırken yaşadıklarımız, silinen anılara karşı duyduğumuz hüzün, kalkmadığımız danslara karşı hissetiğimiz pişmanlık bu hikayede bizi gafil avlıyor. Bu film, son yıllarda izleyebileceğiniz en samimi filmlerden biri olabilir. Duygular sansürsüz bir şekilde doğrudan izleyiciye aktarılıyor ve bunu yaparken de burnunuzun ucunda bir sızı bırakıyor.
Aftersun, bir hatıranın yeniden canlandırılması değildir, ancak özünde hatırlama eylemi olduğu açıktır. Daha ziyade, çocukken bakılmanın mahremiyeti ile yetişkin olmanın getirdiği bakış açısını eşleştirmeye çalışmakla ilgilidir. Bu, zamanın ötesine geçmek ve sevilen biriyle, bir kez olsun aynı seviyede olduğunuz ve sonunda onların kim olduklarını veya kim olduklarını anlayabildiğiniz imkansız bir alanda buluşmayı istemekle ilgilidir.
Aftersun’ın, izledikten sonra uzun süre akılda kalan filmlerden biri olacağı kesin. Frankie Curio, genç Sophie olarak olağanüstü ve Paul Mescal, Calum’un karakterinin karmaşıklığını zekice tasvir ediyor. Bu ümit verici çıkıştan sonra Charlotte Wells’in gelecekteki çalışmalarını düşünmek heyecan verici.
“Gelecekte ne olacağını bilemezsin. İstediğin her yerde yaşabilirsin. Kim olmak istiyorsan onu olabilirsin. Zamanın var.”
Yazı: Çağla Sude Karahan (Sude Peters)